29 Kasım 2006 Çarşamba

Bu da oldu!

Evet. Tüm Televizyon programı yapımcılarına hayırlı uğurlu olsun! Sonunda istedikleri gerceklesti! Ve sinirden delirmek üzereyim ve hala etkisinden kurtulamadım.

Dün gece Meriç Erkan rüyama girdi sayın okurlar… Evet hani şu hayvanat bahçesinden kaçmış kuduz goril gibi dans eden adam.

Nasıl oldu bilmiyorum. Sanırım evvelki gün zap yaparken annemin görüp ‘amaaan yine çıktı bu’ demesiyle ilgili. Kimden bahsettiğini anlamak için kitap’dan başımı kaldırıp TV’ye baktım. O anlık görüntüyle birlikte artık bende nasıl bir sinir harbi, nasıl bir şarter atma olayı yaşandıysa, bilinç altıma yerleşti sanırım.

Allahtan annem akıllı, aklı çalışan, neyin iyi neyin yanlış olduğunu bilen bir insan. Yanlız ara sııra Serap Ezgü’ye bakıyor, o alışkanlıgınıda attık mı süper bişi olacak.

Rüya şöyleydi; Ben sürekli bu Meriç Erkan denen uyuzdan kaçıyorum. Yolda otobüs durdurup otobüs’e binmek istiyorum fakat bu goril hala arkamda! Ve iğrenç bi dans’la sürekli peşimden geliyor (evet bildiniz şu guragurahulapi yoresinden yaptığı dans). Derken program yapımcılarıyla karşılaşıyorum (hani onlar sürekli gündelik hayatını çekmek için orda burdalar ya?) “Beni alın burdan başka birini bulun ben istemiyorum böyle birşeyin içinde olmayı” diyorum. Program yapımcısı; “Üzgünüz ama Ahu Tuğba (!)’nın yerine birini bulmadan sizin bir süre idare etmeniz gerekecek” diyor. Allahım ölür müsün öldürür müsün! Yoldan geçen bir kadın’a rastlıyorum. “Kurtarın beni, benim yerime geçin birşeyler yapın kurtarın bu adam’dan” diyorum. Program yapımcıları “Bizim seçmemiz gerekiyor senin seçmenle olmaz bu iş” diyor! Diğer yandan erkek arkadaşım “Absinthe, n’oluyor böyle?” diyor. “Ya benim erkek arkadaşım var zaten sevmez böyle şeyleri görünce böyle çok kızar” diye yalan söylüyorum ama yok.

Neyse ki bu kabus sona erdi! Okula gitmem için saatim çaldı ve derin bir OH çektim. Böyle birşey olamaz! Inanın olamaz. Nasıl bir psikoloji içerisindeyim bu aralar? anlamadım gitti. Zaten nefret ederim bu tarz programlardan birde rüyama girer oldular. Birde bu eksikti. bu programlarla ilgili bir yazi yazacağım. Kaşındilar artık! (küçükken anneanemin onu kızdırınca yaptığı terliği kapıp bana fırlatma efekti!)

24 Kasım 2006 Cuma

Hayat garip...

Hayat garip. İlişkiler de yalan.Değer verdiğin şeyler elinden alınır da sesini çıkaramaz olursun. Gün gelir sığındığım liman dediğin güzellikler seni kabul etmez olur. Avazın geldiği kadar bağırmak istersin; "ben ne yaptım, nerede benim hatam?". Sesin çıkmaz, sadece teknenin burnunu çevirip geri dönersin. Özür bile dileyemezsin ne olduğunu bile bilmediğin 'hata' yüzünden. Susarsın. Bir iki damla dolar gözüne, etrafında seni güçlü bilenler görmesin diye düşüremez, kendi içine akıtırsın dolu olan ıslaklığı. Hayat garip. İlişkiler de yalan...

O kadar çok değer verirsin ki bazen hayata. Ona sarılıp uyumak, sararken bedenini kollarınla, kendi içine sokmak istersin O'nun ruhunu. Yapamazsın, yapmazsın.Üzer bazen varlık içindeki yokluk. Ya da kalabalık insanlar içindeki yalnızlık. Bir tek aksi olmayan kelime dışında birşeyler duysaydım bari dersin. Ama nafiledir. Geçmiştir üzerinden hayat, bir tekeri de üzerinde iz bırakarak. Bunca zaman sonrasında, bunca acı sonrasında gene de kazınamazsın o yapıştığın asfalttan. Perdedeki yansımalara bakarsın. İnsanların aynalardaki görüntülerine, havadaki gürültülerine takılırsın. Elden bir şey gelmez gene de. Herkes hayatını yaşamakta, herkes kaybetmek istemediği ilişkisinin peşinde koşmakta. Hepsinin sonu aynı oysa. Nasıldı? Hayat bir garipti. İlişkiler de zaten yalandı...
Yaşam yerine ölmeyi tercih etmenin zorluğunu ya da zorunluluğunu söylemezsin. İçine atıp, acını içinde beslersin. Acı içinde büyürsün. Acıyla beslenirsin. Konuşamazsın kimseyle. Kimseyi bulamazsın konuşmaya değecek. Kimdi sahi o? Hayattaki garipti, ilişkilerdeki de yalan...

Geldiğinde, beton diye bastığın yerleri çayır çimen yapar O, o şarkıdaki gibi. Mutluluktan uçarsın havalara ama bilirsin ki ne kadar yükseğe çıkarsan uçmayı bilmeyenlere o kadar küçük görünürsün Nietzsche' nin dediği gibi. Her erkek aşık olduğu kadının ilk aşkı olmak ister, her kadın da aşık olduğu erkeğin son aşkı, Oscar Wilde' ın dediği gibi. Hasretinden prangalar eskit istersen Ahmed Arif' in dillendirdiği gibi...

Ağlamak istersin doyasıya.o en son defa olduğu gibi, gözünün içi kan toplayıncaya, göz çeperin kızarıncaya kadar ağlamak istersin gene yalnız kaldığında. Yapamazsın oysa.Güçlü görünmeye devam etmek adına bir şeyler yapmaya çalışırsın. Kararını verirsin böyle anlarda. Gitmek buralardan, görülmemek bir daha. Nereye gidilecekti? Hayat garipliklere, ilişkiler yalanlara, sen de sonsuzluğa!


(alıntıdır!)

Afili Yalnizlik olduk...

Ben normalde piyasa şarkılara pek fazla takılmam. Daha çok dinlediğim Feridun duzağaç, Fatih erdemci, MVÖ, Duman, vs. (zaten bunlardan bazıları sonradan popüler olmaya başladı).
ölsem , ölsem , ölsem .... hemen şimdi” ama son dönemlerde öyle bir şarki var ki. Aklımda dolanıp duruyor. Oysa ilk dinlediğimde beğenmedim bile. “..aldatan bir kadın kadar düşman” hayret yalnızda değilim ustelik. Ama yinede bas’ı mıdır altyapısı mıdır nedir bilmiyorum, ilgimi çekiyor. Aaa ya da elektro gitar mı?! Uzun zamandır çalmayı çok istiyorum zaten. Ama bi türlü vakit olmuyor. “...ağlayan bir kadın kadar düşman” Çıkmıyor bi türlü aklımdan.
sövdüm , sövdüm , sövdüm ben dünyaya..” Ve inanılmaz bir şekilde sürekli loop’a alıp dinliyorum. Ama fazla dinlememeye çalışıyorum. Bilirsiniz sürekli el altında olan şeyler çabuk tüketilir. Ben sindire sindire dinlemek istiyordum “acılara , sokaklara , ait olmaya , insanlara..”
Okulda iken doğal olarak dinleyemiyorum. Fakat eve nasıl geldiğimi ne siz sorun ne de ben söyleyim. Yok birde üşeniyorum telefona aktarıp yolda o şekilde dinlemek için “..bu kez pek bir afili yalnızlık..”. Eve geldiğimde hemen bilgisayarım açılır. Daha MSN’nin otomatik olarak bağlanıp Firewall’ımın açılmasını beklemeden hemen C’ye girip Emre Aydın’ın bu parçası bulunup çalınır. Ve Media Player loop’a alınır. Sonra dışarda yağmur yağarken ‘amma bunalımız, bi Müslüm babamız eksikti’ denir. Sonra böyle yavaş yavaş bunalıma girilir.
Tevekkeli değil zaten son zamanlarda bunalımdayım. Bu şarkıdan olsa gerek. “...ağzı bozuk üstelik ... bırakmıyor acıtmadan..” Ya da Şebnem Dönmez yüzünden mi?
Sabah Şekerleri’nde tanımıştım ilk (herkes gibi). Pek ciddi takılmıyordu. Herkezle bırbır konuşuyordu :) Ben sevmiştim Şebnem abla’yı :p “...bu kez pek bir afili yalnızlık..” Hatta sonraları Ferda Anıl Yarkın ile birlikteydi bende: “Vah vah güzelim kız napsın o çocugu?” diyordum :) küçüklük işte. Ama sonraları büyüdüm ben. Tabi Şebnem abla’da büyüdü. Sonra gitti kel kafalı, bıyıklı biriyle evlendi. Bu kadar magazin haberi yeter :). “...değmezmiş hiç uğraşmaya...” Sevdim bu parçayı. O kadar aman aman bişi olmasada. En azından belirli bi süre gider benimle. “....bu kez mecalim yok hiç dayanmaya .... dayanmaya ...” Sonra bunalımdan ölüp gitmezsek yeni bir parçaya bakabiliriz. “...bitiyorum her nefeste..” Klibide beğendim aslında. Bilmiyorum aranızda izleyen var mı klibini? Yoksa Youtube’dan bakabilirsiniz. “..ne halim varsa gördüm..” Bayağı bunalım yapıyor bu parça, fazla dinlememem lazım. “..çok koştum , çok yoruldum” bu parça yazın çıkarılsaydı, belki daha az etki ederdi. Ama bu şekilde resmen intihar’a sürüklüyor. En iyisi biraz daha az dinlemek bu parçayı, hassas bünyeler pek kabul etmiyor “ve şimdi ben de düştüm ...”

(PS.Yazı içerisinde kullandığım bütün bilgisayar programlarından onlar adına reklam yaptığım için payıma düşeni istiyorum :p)

20 Kasım 2006 Pazartesi

Yoğunluk..

Ben birşeye üzüldügümde beynim çok iyi çalışıyormuş. Bugün bunu anladım. Peki ‘nerden çıktı bu?” diyeceksiniz. Bilmem. Aklıma geldi yazayım dedim. Yaklaşık 2 senedir seçmeli ders olarak Psikoloji okuyorum fakat henüz bu bölüme gelemedik; duyguların beyin’e yaptığı etki. Belkide araştırmaya değer bir konu, ya da araştırılmıştır fakat benim haberim yoktur. Kendi anadal’ımla ilgili zaten yeterince yoğun olduğum için, henüz boş bir vakit bulup sevdiğim konuların araştırmasını yapamadım. Aslında kendim istedim bu kadar yoğun olmayı, kendim kaşındım :). Zamanında çevremdeki insanlara özenirdim “ay çok yoğunum şu günlerde, nefes almaya vaktim dahi yok”, “Ya bilmiyorum, bakarım vaktim olursa gelirim” dediklerinde. “N’olurdu benimde bu kadar yoğun bir hayatım olsaydı, herşey o kadar planlı programlı ki” diyordum. Demez olaydım! Ağzıma zehir gibi kırmızı biberleri süreydim ki bu kadar yoğun olmayaydım. Ve zaman şimdiki zaman artık ben bu cümleleri kurar oldum çevremdeki insanlara.
Bazen kendimi soyutlamak istiyorum. Hatta evdekilere “Bu hafta sınavlarım var, tezlerim var, sakın bulaşmayın. Odamın kapısını dahi açmayın. Çalışacağım” diyorum. Sanırım yukardan birileri “Yoğun olmak mı istiyorsun kızım? Peki, sana yoğunlukların en ulu en yücesini veriyorum” dedi sanırım. Daha bu yaşta, bu dönemde böyleyse ilerde nasıl olur Allah bilir.

Ama tamam. Yeter artık. Istemiyorum, göreceğimi gördüm ben. Ben eski planlı programlı günlerime geri dönmek istiyorum.

Saat tam 23.00’de banyomu yapmış kitap okumak istiyorum. Akşam saat en geç 24.00’de yattığımda tüm ödev, rapor, tez, sunumların bitmiş olmasını istiyorum. Sabah kalktığımda akşamdan hazırladıgım ütülü, düzgün kiyafetlerimi giyebilmeyi istiyorum. Sınav dönemlerimde en az 1 ay önceden hazırlanmıs olup, hazırlıklı bi şekilde sınav’a girebilmek istiyorum. Sınav’dan 1 gün önce sadece başlıklara göz gezdirmek istiyorum.

Oysa şimdi öyle mi?

Saat 07.00’de telefonum çalsın. “Offf hayır yaa..” diyip saat 7.45’e kadar yatakta yatayım. Sonra kahvaltı, giyinip, kuşanmayı akııl’a getirdiğimde “Ciyaaaaaaaaak!!!” diyip hemen fırlayım yataktan. Daha kitaplar bile hazır değil kaldı ki kiyafetler hazır olsun. Hemen yüz yıkanır. Hemen mutfağa çıkılır (ev dubleks olduğu için sabah sporuda merdivenlerde yapılmış olur). Annemin ‘günaydın’ dan önceki söylediği “Kızım geç kalıyorsun ama” laf’ına “Ay anne tamam” denir. Hemen 1 dilim ekmek, 1 portakal suyu boca edilir. Annenin “Kızım sabah sabah soğuk şeyler içme, çay koysaydım” teklifi reddedilir. Tanrım saat 7.55?!?! Hemen asağı inilip dolaptan fiks giyilen kot kapılıp giyilir. Sonra üstüne ne giyersen giy yakışır zaten :) Allah razı olsun şu kot’u icat edenden! Saçın yapılması, ölü gibi bi suratla çıkılmaması için (biraz beyaz’çm da) hafif makyaj yapılır. Zaten makyajdan bişi anlaşılmaz çünkü uyuyorsunuzdur. Saate bakılır göz ucuyla; 8.15?!?!? “Aman be” diyip ayakkabıları giyip en azından önemli derslerin kitapları alınıp “Hadi anne çıktım” diyip can havliyle tramvay durağına yürünür. Kader sizi çok sevmesine rağmen tabelada yazar: “15 minutes” Süper! 15 dakika beklersiniz orda. Akşam eve geldiğinizde sefil bi şekilde uykunuz gelmiş olur. “Anne n’olur yemeğe kadar yatayım, kaldır beni sonra” denir. Yemek olunca kalkılır, ama yemekten bişi anlaşılmaz.. Uyku mahmurluğu vardır cünkü. Sonra biraz TV izledikten sonra derse oturulur. Saat 21.00 civarıdır. Eğer pek fazla bişi gerektirmiyorsa en geç 01.00 gibi dersiniz biter sizde huzur içinde yatağınıza kavuşursunuz. Yok eğer öğretmeniniz çok fazla fantezi yapmış ise saat 03.00’e kadar kalmanız mümkündür.

Böyle sürüp gider. Fakat en kısa zamanda buna bir değişiklik gelecek! Artık ‘Time management’ diye birşeyi tekrardan hayatımda devreye sokacağım. Gerçi pek öyle kurallara, maddelere bağlı bir insan değilim. Olamadımda bu zamana kadar, bu zamandan sonrada zor değişir herhalde. En son Robin Sharma’nın “Sen Ölünce Kim Ağlar?” adlı kitabı okudum (hala okuyorum, son bikaç bölüm kaldı) Orda kişinin bir alışkanlığının değiştirmesi için en az 30 gün gerektiğini söylüyor. Eh deneyelim bakalım.
Ama her zamanda olmuyor kardeşim!
Yani ögretmen bana şimdi eşşek kadar ödev verdiyse ben ne kadar ‘Time Management’ uygularsam uygulayım bi türlü bitmez ki. Sonuçta benimde gündelik hayatımda halletmem gereken işler var, özel hayatım var. Bak sinirlendim yine görüyor musun. Zaten arkadaşlarımla görüşemiyorum. “Ya Absinthe bir ara vaktini ayırda görüşelim” dedikleri var yahu. Ben bikaç arkadaş bilirim mesela 3 senedir görüşemediğim, görüşemediğim sırada evlenenler dahi var! Ne yoğunlukmuş bu. Ama söz veriyorum değiştireceğim, daha düzenli bir hayatım olacak ;) görürsünüz bak!